Kate Winslet: Hollywood'a Düşen Son Büyük Yıldız

[Rock Star]

Revolutionary Road ve The Reader filmleriyle seyirci karşısına çıkan, her türlü karaktere bürünüp onlara yeni anlamlar yükleyen ve takdire şayan oyunculuğuyla dikkat çeken Kate Winslet tartışmasız milenyumun en iyi kadın oyuncularından...

Winslet’ın keskin bakışları, dolgun dudaklarının seksapeline gizemli bir hava katan gür sesiyle çelişen zarif duruşu, en kötü anlarda bile umudunu yitirmeden işine dört elle sarılışı tapınılası bir etki yaratırken, Oscar Ödül Töreni’nde boy göstermesi adeta bu etkiyi kat kat arttırdı. Kırmızı halının üzerinde salına salına yürüyen Winslet’ın, alametifarikası olan gergin enerjiyi bu tamamen farklı görünüşlü tipin içine nefis bir incelikle enjekte etmesi, akıllarda şüphe uyandırmış olabilir. Çünkü insanı şaşırtan ve derinden yaralayan gerçeklerle örülü olağandışı bir aşk hikâyesini konu alan The Reader’da kendinden bir hayli küçük bir gençle ilişkiye giren Alman kadını canlandıran aktrisin ‘En iyi Kadın Oyuncu’ dalında Oscar`ı kazanacağını kimse tahmin etmiyordu. Ta ki usta oyuncu Merly Streep’le aynı kulvarda yarışıncaya değin…

Açıkça altını çizerek belirtmeliyim ki; Winslet çok fazla sahne tozu yuttuğu için oyunculuk bir virüs gibi kanına girmiş. Sinemanın emektârlarını metamorfoz geçirmiş gibi izleterek kendi köşesinde yan münzevi bir hayat süren güzel oyuncu filmlerde büyümüş küçülmüş gibi mi davranıyor, yoksa sivri zekasını kullanarak seyircisiyle özdeşleşmeye mi çalışıyor, yoksa kalp süsü verdiği aklını kullanarak seyircisine akıl öğretmeye ve yapay olmayan bir his ikram etmeye mi çalışıyor? Bu soruların yanıtını vermekte biraz zorlansak bile, Winslet’ın sinemayla ilişkisine, kendini teslim etme ihtiyacına ve içindeki karanlığa dair bir şeyler söylediği muhakkak. Gelelim Winslet’ın oyunculuk tutkusunun nasıl ortaya çıktığına::


"GİT VE KENDİN OL"
Kate Elizabeth Winslet, 5 Ekim 1975`te Reading, Berkshire`da dünyaya gelir. Babası Roger Winslet ve annesi Sally Bridges, anne tarafından büyükannesi Linda Bridges ve büyükbabası Oliver Bridges, ayrıca kız kardeşleri Beth ve Anna Winslet da oyuncudur. Aileden alaylı, tombiş bir kız çocuğu olan Winslet’ın ‘kabarcık’ lakabıyla anılması ve sanki bir garezin kurbanıymış gibi, alay konusu olması Winslet’ı yıldırmamış. Kulağımıza çalınan bir bilgiye göre, bunları kompleks yapmadan yoluna devam eden aktrisin en önemli ilham kaynağı babasıymış. Ama nasıl derseniz sözü kendisine bırakalım. “Babamın beni ve kız kardeşimi seçmelere götürdüğünü hatırlıyorum. O rolleri asla alamayacağımı düşünürdüm. Çok kiloluydum ve yanlış kıyafetler giyiyordum. Babama başaramayacağımı söylediğimde bana “Bunun için gelmedin, denemek için geldin. Neden umursuyorsun? Git ve kahkaha at, eğlen gitsin sorun değil”derdi.İşte bu, “Sorun değil, sadece kendin ol” cümlesini tüm hayatıma uyguladım.”


"KAÇ PARA ÖDENECEĞİ UMRUMDA DEĞİL"
Redroofs Stage Schools`da oyunculuk eğitimi alan aktrisin çocuk yaşta BBC dramalarıyla başlayan oyunculuk macerası, 15 yaşındayken Yeni Zelanda`ya gidip Peter Jackson`ın Heavenly Creatures filmindeki başrollerden birini kapmasıyla devam etti ve “En İyi Yabancı Kadın Oyuncu” dalında Yeni Zelanda Film ve Televizyon Ödülü’nün sahibi oldu. Titanic sonrası yıldızının parlaması, şöhretine gölge düşürmedi. Vites yükselttiği bir dönemde Hideously Kinky ve Holly Smoke gibi bağımsız yapımlarda yer alması tüm sinema severleri şaşırttı. Güzel oyuncunun bu konu hakkındaki yorumu şöyle: “Bana kaç para ödeneceğini, hangi rolün işime yarayacağını düşünerek karar vermiyorum..Başa çıkıp çıkamayacağımı merak ettiğim, bana ilham verecek, yaptığım işi daha fazla sevmemi sağlayacak rolleri seçmeye çalışıyorum sadece.”
Geniş bir filmografiye sahip olan ve özellikle Sense and Sensibility ve Titanic filmleriyle önemli bir hayran kitlesi edinen güzel oyuncu 20 Mart’ta , Türkiye`de vizyona girecek olan The Reader’daki rolüyle bekleyenlerin dudaklarının kıyısına bir parça bal çalıyor.